20 Ağustos 2012 Pazartesi

17 Ağustos 2012 Cuma

Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir,

HIRSIZLAR KASABASI
Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.
Fakat, gün doğarken geri döndükleri her seferinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış.
Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi...
çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahali ona kızmaya başlamış:
"Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok" demişler.
Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiç bir şeyi kalmamış ve memleketini terketmek zorunda kalmış.
Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş!
Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü, yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terketip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye
başlamışlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terkeden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kağıt görmüşler. Kağıtta şunlar yazıyormuş:
"Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir..."
Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır.
Ama uyumuyor da uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız.

Indra Ghandi

16 Ağustos 2012 Perşembe

HER ŞEYİN BİR YERİ, ZAMANI VAR..!!!

Şehit Babasına 11 Ay 25 Gün Hapis Cezası


Hakkari'de şehit düşen oğlunun cenazesinde yaptığı konuşmada Başbakan'a hakaret ettiği iddiasıyla yargılanan Ahmet Kömür, 11 ay 25 gün hapse mahkum edildi, ancak cezası ertelendi Hakkari Yüksekova'da 9 Aralık 2005'te operasyona giderken bulunduğu araç şarampole yuvarlanınca şehit olan er Halil Kömür'ün sağlık memurluğundan emekli olan babası Ahmet Kömür, oğlunun cenaze töreninde öfkeli bir konuşm a yapmıştı. Şehit babası Kömür'ün hakkında, Başbakan Erdoğan'a, "Türk'üm diyemeyen Başbakan utansın. Ben ölene kadar Türk'üm, ölüm bize vız gelir. Kendi askerinden korkup Avrupa Birliği'ne burayı peşkeş çeken Başbakan utansın" dediği iddiasıyla Gaziantep Cumhuriyet Başsavcısı Kazım Arapoğlu tarafından 3'üncü Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. İddianamede, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Ahmet Kömür hakkında şahsen bir şikayette bulunmadığı, törende söylediği sözlerin bant kayıtları ve kendisinin itiraflarıyla anlaşıldığı, bu nedenle ilgili yasa gereğince yargılanması talep edildi. Suç işlerse hapse girer Son duruşmada da Ahmet Kömür, Başbakan'a hakaret ettiği gerekçesiyle 11 ay 25 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak şehit babasının cezası mahkeme tarafından tecil edildi. Bu, Kömür'ün herhangi bir suçtan hüküm giymesi durumunda, bu suçtan aldığı cezanın da infaz edileceği anlamına geliyor. Kömür'ün, avukatlığını yapan MHP II Başkanı Mehmet Özdenıir, cezayla ilgili şu yorumları yaptı: "Acı ile söylenmiş birkaç cümle için bir şehit babasının mahkeme koridorlarında süründürülmesi ne kadar doğrudur, yüce milletimiz karar versin. Bu tür yargılamalarda en çok irdelenmesi gereken, Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk sistemidir. Teröristin eskiden hakkında çıkan yasanın adı 'Pişmanlık Yasası'idi. Ama şimdi Avrupa Birliği dayatmaları sonucunda 'Eve Dönüş Yasası' denildi. Sanki gurbette çok hayırlı bir işe girmişçesine teröristlere böyle bir yasa çıkartıldı. Sorgulanması gereken bu mahkemenin kararı değil, Türkiye'nin üzerine dört yıldan bu yana kabus gibi çöken zihniyettir." KAYNAK:GAZETEVATAN

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Bu dünyada iki tür insan var..



Bu dünyada iki tür insan var: Biri konuşan tür, diğeri de yapan tür. İnsanların çoğu sadece konuşur, tek yaptıkları budur. Ama sözün bittiği noktada dünyayı değiştiren yapanlardır. Yaparen bizi de değiştirirler, bu yüzden de onları asla unutmayız. Siz hangisisiniz? Sadece konuşuyor musunuz yoksa yerinizden kalkıp bişeyler yapıyor musunuz? Çünkü inanın bana geri kalan ne varsa kahve dedikodusundan başka bişey değil.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Vermeyince Mabud, Neylesin Sultan Mahmut!..

Tıkandı Baba Hikayesi

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor. Tıkandı baba, çay getir, Tıkandı baba, oralet getir, vs.

Bu durum Sultan Mahmut'un dikkatini çekmiş; 'Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi', 'Uzun mesele evlat' demiş Tıkandı baba. 'Anlat baba anlat merak ettim' deyip çekmiş sandalyeyi. Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;

Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. 'Benimki de onlarınki kadar aksın' diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım.

Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden 'Onlarınki kadar akmasada olur, yeter ki eskisi kadar aksın' dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.
Ben yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve 'Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık' dedi. O gün bu gün adım 'Tıkandı baba'ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.

Tıkandı baba'nın anlattıkları Sultan Mahmut'un dikkatini çekmiş. çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına; 'Hergün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz' demiş. Sultan Mahmut'un adamları 'peki' demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba'ya baklavaları vermişler.

Tıkandı baba baklavayı almış , bakmış baklava nefis. 'Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim' diye içinden geçirmiş.
Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken 'Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim' demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya; 'Taze baklava, güzel baklava!' Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş. üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.

Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın.
Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelirmi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler.
Tıkandı baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi 'Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım' demiş, Tıkandı baba da 'Peki' demiş ve anlaşmışlar.
Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve Yahudi de her akşam Tıkandı baba'dan baklavaları satın almış.
Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut; 'Bizim Tıkandı baba'ya bir bakalım', deyip Tıkandı baba'nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan; 'Tıkandı baba sana baklavalar gelmedi mi?' demiş, 'Geldi sultanım', 'Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?', ?Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağolasınız, duacınızım'.
Sultan şöyle bir tebessüm etmiş. 'Anlaşıldı Tıkandı baba anlaşıldı, hadi benle gel' deyip almış ve Devletin hazine odasına götürmüş. 'Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir' demiş. Tıkandı baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek.
Sultan demiş; 'Baba senin buradan da nasibin yok'. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış 'Alın bu adamı Üsküdar'ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin' demiş.
Padişahın adamları 'peki' deyip adamı alıp Üsküdar'a götürmüşler. 'Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım' demişler. Baba, 'Niçin ?' demiş. Askerler 'Hele sen bir beğen bakalım' demişler.
Baba, şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline 'Ne olacak şimdi?' demiş, 'Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı' demişler.
Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:

Vermeyince mabud, neylesin sultan mahmut!..

alıntıdır.